Geçen
haftaki yazım özellikle “sosyal medya”da olumlu ve olumsuz pek
çok yankı uyandırdı.
Bu
medyayı daha yakından izleyen arkadaşlarım olmasa bunların
çoğundan haberim olmazdı.
Olumsuz
dediklerimin kimilerindeki hakaret ve sövgü düzeysizliği
nedeniyle bunları hiç görmemiş olmayı dilerdim.
Çünkü
kötülükle karşılaşmak insanda ister istemez kirlenmişlik
duygusu uyandırıyor.. Yanı sıra da, “ülkemin insanı bu mu”
sorusuyla üzülüyorsunuz.
***
Olumlu
tepkiler genellikle, yazımın amacının bir insanı ve bir
hareketi övmek değil, demokrasiyi savunmak, despotik yönetime
karşı muhalif güçleri birlikteliğe çağırmak olduğu
noktasında birleşiyor.
Doğrusu
da budur.
Beni
bu gün ilgilendiren, kaygılandıran, ne geçmiş, ne uzak ve
belirsiz bir gelecek, fakat ülkemizin bu günü, şu anda yaşanmakta
olanlar ve doğuracağı sonuçlardır.
***
Despotik
yönetimin “ABD karşıtı”, “anti emperyalist” bir “vatan
savaşı” vermekte olduğunu düşünenlere göre, Akşener’i
desteklerken aslında ABD’yi savunuyormuşum.
Ben
herhangi bir ülkeyi , devleti değil, bütünüyle Batı’yı,
aydınlanma düşüncesini savunuyorum.
Ülkemizin
Batı bloğundan koparılarak belirsiz bir Avrasya’ya
sürüklenmesini, dağılıp yok olmasına gidecek yolun başlangıcı
olarak görüyorum.
Cumhuriyet
devrimlerinin temelini Batıcı, aydınlanmacı değerler oluşturur.
Bu günkü despotik yönetim içinse bu değerler hiçbir önem
taşımıyor. Avrasyacılık da onlar için, hedeflerindeki(bu yönde
de çok adım attıkları ve atmakta oldukları) karanlıkçı
yönetim için bir araç, amaçlarına ulaştıklarında kaldırıp
atacakları bir koltuk değneğidir.
***
Meral
Akşener hareketinin bir ABD projesi olduğunu düşünmüyorum.
Bu
hareket, Türkiye’nin normalleşme gereksinimin sonuçlarından
biri olarak doğdu ve bu nedenle de güçlenmektedir.
Ve
yine bu nedenle despotik yönetimin sayısız engeliyle
karşılaşmaktadır .
Bunları
görmemek, anlamamak, “reel politika”dan hiçbir şey anlamamak
demektir.
ABD
projesi ise şu anda iktidardadır.
Bu
iktidar, yaklaşan yerel seçimleri ve sonrasındaki kader
seçimlerini kaybetmemek için şimdiden hamle üstüne hamle
yaparken; muhalefet güçlerinin birlikteliğini sağlamak ve
“hayır” cephesini koruyup güçlendirmek için düşünce üretip
çaba harcamak yerine geçmişe takılıp kalındığını; ağız
dalaşıyla, , hakaretleşmeyle vakit geçirilip tatmin olunduğunu
görmek, ülkenin geleceği adına insanı ister istemez bir an için
de olsa karamsarlaştırıyor…
***
Sayın
Akşener’in geçmişi beni bu gün ilgilendirmiyor.
Yerinin
ve zamanının geldiğini düşündüğünde bu konuda savunmasını
ve gerekiyorsa özeleştirisini yapabilecek birikimde ve açıklıkta
bir kişiliğe sahip olduğunu düşünüyorum.
Ve
ısrarla, önemle tekrar ediyorum:
Despotik yönetimden kurtuluş ancak
güçlü, kararlı bir muhalefet cephesiyle gerçekleşebilir.
Akşener
hareketi, referandum oylamasında da görüldüğü gibi, bu
cephenin önemli bir unsuru olmaya adaydır.
Bu
nedenle de despotik yönetime karşı olan herkesçe desteklenmesi
gerekir.
Söylemek istediğim esas olarak
budur.
***
Bana
yönelik hakaretlere, sövgülere, suçlamalara gelince; dostlarım,
yakınlarım bunlara üzülse de ben kişisel olarak fazla dert
etmiyorum.
Çünkü, örneğin, Nâzım
Hikmet’e, kendi düşündaş çevresinden, yaşamını adadığı
partisinden gelen hakaretleri, suçlamaları biliyorum.
Yıllarca omuz omuza çalıştığımız
Aziz Nesin’in yine bu benzer çevrelerden gelen nice hakaretlere
uğradığının yakın tanığıyım.
Disk’in bir grev kararını
eleştirdiği “Büyük Grev” adlı kitabının yayını
sonrasında Spor ve Sergi Sarayındaki bir toplantıya girişinde
tribünlerden koro halinde “Aziz Nesin sen nesin!” sloganı
yükseldiğinde, Spor ve Sergi Sarayının stadyum büyüklüğündeki
salonunda daha da minicik kalan bu büyük yazar ve aydınlanma
savaşçısının nasıl irkilip sarsıldığı şu anda da
gözlerimin önündedir…
Bu
nedenle de hakaret ve iftira yağdıranlardan özellikle birini,
bana sayın Akşener’in başkan yardımcılığını yakıştıranı,
babasına birazcık olsun layık olabilmek için kafasını azıcık
da olsa çalıştırıp çaba harcamaya çağırıyorum…
Ataol
Behramoğlu/Cumartesi/071017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.