Yüksek
tonda yazıp konuşmayı seviyoruz.
Sesimizi
ne kadar yükseltirsek o kadar etkili olacağımızı düşünüyoruz.
Araya
hakaretimsi sözler, ya da düpedüz hakaretler yerleştirdik mi,
taşı tam gediğine oturttuğumuzu sanıyoruz.
Siyaset
dilimiz hemen hemen bütünüyle böyle.
Bu
yüksek sesle, hakaretler savurarak konuşma merakı Tayyip
Erdoğan’la zirveye ulaştı.
Ağzını
açtı mı biliyorsunuz ki bağıracak.
Arada
bir yumuşak perdeye geçti mi bunun da yüksek tonlara hazırlık
olduğunu anlıyorsunuz.
“Ey!..”
retoriği kahramanlık edebiyatımızla başladı:
“Ey
mavi göklerin kızıl ve beyaz süsü!..”
“Ey
bu topraklar için toprağa düşmüş asker!”
Bu
“ey”lerden günümüz siyasetinin ey bilmem kimlerine geldik…
Ve
bu arada, Ey Amerika, ey Fransa, Ey Almanya vb…
Hadi
bir ey de benden olsun, Mehmet Akif’e nazire olarak:
“Ey
bu topraklar için toprağa düşen!..
Bir
karış toprağın var mıydı yaşarken?”
Tabii
burada ironi yapmış oluyoruz.
Günümüzde
siyasetinin de, edebiyatının da , günlük yaşam kültürünün de
epeyce uzak düştüğü bir zekâ ve üslup özelliği olarak…
***
Son
birkaç haftadır dar bir çevrede de olsa alevlenmiş görünen
Batı mı-Avrasya mı tartışmaları da bu üsluptan nasibini
alıyor.
Bazı
yazılarda yazılarımdan alıntı yapılarak ve adım anılarak,
bazılarında ima edilerek tartışma taraflarından biri gibi
gösterildiğim den, bir şeyler söylemem kaçınılmaz oldu.
Sadece
ima edildiğim, ya da öyle sandığım yazılardan, ben de
izninizle yazar adı vermeksizin söz edeceğim….
***
Çok değer verdiğim, öğretim
üyesi bir yazar arkadaşım, “Medeni Dünya Yanılsaması”
başlıklı yazısında , özetle, benim aydınlanma değerleri
dediğim Batı değerlerini savunanların “ Dünyaya bir önceki
yüzyılı, yani ulusal kurtuluş ve sosyalizm çağını pas geçerek
baktıklarını” söylüyor.
“Varlığı,
yaşamın anlamını” bu değerlerde bulduklarını ileri sürüyor.
Bunların
“anavatanda”(yani bu ülkelerin kendilerinde de) terk edildiğini,
aslolanın Batılı gibi yaşamak değil haysiyet ve şerefi ile
yaşamak olduğunu söyleyerek kendisi gibi düşünmeyenleri
dolaylı yoldan da olsa haysiyetsiz ve şerefsiz olmakla suçluyor.
Türkiyeci
olmak bu kadar mı zor diye soruyor…
Aynı
yazar, üstelik sahibin sesi medyada övgüyle söz edilen “Batıcı
Olmak” başlıklı bir başka yazısında, böylelerini “Erdoğan
diktatörlüğü ve iktidara muhalefet” mazereti arkasında
“emperyalizm gönüllüsü” diye adlandırıyor.
Entelektüel birikiminden kuşku
duyulamayacak bir başka yazar ve siyasetçi arkadaş, Türkiye’nin
Batı Asya ve Avrasya’daki konumuna yerleştiğini… bu gün
icatların,ufukları aydınlatan kültür ve sanatın, özgürlüklerin
Asya’da” olduğunu ileri sürerek farklı düşünenleri “….tek
dişi kalmış medeniyetin kapı kulları” diye adlandırıyor…
Yüksek dozda heyecan ve ağır
suçlamaların bence doğrularını da gölgelediği bu görüşler
üzerine düşündüklerim özetle şöyle:
Ulusal
kurtuluş ve sosyalizm değerlerinin temellerinde de aydınlanma
değerleri vardır. Bu değerler AB’ye, hele NATO’ya hiç
indirgenemez..Anavatanlarında terk edilmiş olmaları değerlerini
eksiltmez, önemlerini azaltmaz. . Kaldı ki insan hakları evrensel
bildirgesinde sıralanan bu temel ilkelerin en örgütlü
olduğu,içselleştirildiği toplumlar yine de Batı toplumlarıdır.
Mustafa Kemal’in , dolayısıyla cumhuriyetimizin ,ideolojisi
(tıpkı ulusal kurtuluş, anti emperyalizm, bilimsel sosyalizm gibi
evrensel nitelikteki) bu değerlerle yoğrulmuştur. Onlardan sapış,
onları küçümseyiş, yok oluş demektir.. Türkiye Batı’dan
kopmaksızın bütün dünya ile iyi ilişki içinde olabilecek
yetenektedir. Gerçek Türkiyecilik bunu bilmek, bunun için
çalışmaktır..
***
“Diktaya
ve iktidara muhalefet mazereti”ne gelince…
Bu
bir mazeret değil,en yakıcı sorunumuzdur.
Bu
günkü iktidarın siyaseti Türkiye koşullarındaki
Humeyniciliktir…
Koşullar
oluştuğunda daha da kötü olacaktır…
Küçümsemeye kalkmak ölüme çağrı
çıkarmaktır.
Bu
tartışmayı sürdürelim…
Fakat
lütfen hakaretsiz, suçlamasız…
Ataol
Behramoğlu/281017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.