Çürüme
başlığı ile bir yazı yazmayı tasarladığımda, Edip
Cansever’in “Mendilimde Kan Sesleri” şiirindeki “bir
mendil nasıl kanar?” sorusu zihnimde “bir toplum nasıl
çürür”e dönüşüverdi.
Bir
toplum nasıl çürürün pek çok yanıtı, çürümenin birden çok
nedeni olsa gerek. Fakat toplumumuzdaki çürüme artık
gizlenemeyecek bir boyutta ve kısa süre önce bir yönetici
siyasetçinin başka bir nedenle kullandığı sözcüklerle
söyleyecek olursak burnumuza pis kokular gelmektedir.
Türkiye
toplumu çürüyor.
Önce
ardı ardına gelen iki haberden ilkine bakalım.
Dede
yedi yaşındaki torununa tecavüz ediyor.
Bu
çürümedir.
Denebilir
ki tekil bir olay bu, sapıklık.
N
e yazık ki öyle değil.
Örnek
gerçekten kusturucu, akıl almaz ölçüde acıtıcı
Fakat
son günlerde ortaya dökülen istatistik sonuçları ensest denilen
pisliğin bu toplumun iliklerine kadar işlemiş olduğunu açıkça
ortaya koyuyor.
Bu
ahlâk çöküntüsünün, çürümenin geçmişten bu günlere
çeşitli nedenleri, çözüm çareleri, alınması gereken önlemler
elbette düşünülmeli, irdelenmeli, araştırılmalı, yapılması
gerekenler yapılmalıdır. Fakat bu konuda kimse din eğitimi
eksikliğinden, inanç sorunlarından söz etmesin.
Çünkü
özellikle bu türden eğitim veren okullarda, bu nitelikteki öğrenci
yurtlarında her nasılsa ortaya çıkan rezilliklere ve ört bas
etme çabalarına hep birlikte tanık olduk.
***
Bir
başka toplumsal çürüme örneğini yine bu günlerde yaşadık.
HDP
eş başkan yardımcısı Aysel Tuğluk’un vefat eden annesi Hatun
Tuğluk’un defnedilmesi sırasında mezarlığa giren bir güruh
(saldırgan, serseri topluluğu), cenazenin burada toprağa
verilmesine engel olmak istediler.. Ardından birkaç yüz kişilik
bir destekçi güruhun gelmesi üzerine cenaze mezardan çıkarıldı
ve defnedilmek üzere ailenin memleketi olan Tunceli’ye gönderildi.
Haberi
veren medya organlarının yayınladığı fotoğrafta, tutuklu
bulunduğu cezaevinden annesinin cenaze törenine katılmaya özel
izinle gelen sayın Aysel Tuğluk’un iki kişinin kolları
arasında
perişan
görüntüsü var.
Yapılan
şey, hiçbir dinde, hiçbir ahlâkta, hiçbir inançta yeri olmayan
ve olamayacak bir ahlâk çöküntüsü; sırtlanların,akbabaların
bile utanç duyabileceği bir kötülük, vahşet, insanlık
dışılıktır.
Savaş
alanından toplanan düşman cesetlerine bile uygulanamayacak bir
vicdansızlıktır. (Burada Çanakkale örneğini, düşman
ordularının orada yatan askerleri için Mustafa Kemal’in
söylediği yüce
insanlık
değeri taşıyan sözlerini tekrara gerek yok. Toplumca bu yüceliğin
çok altında, bir çürüme çukurundayız.)
***
Bir
başka çürüme örneği ölümle aralarında artık kıl payı
mesafe bulunan Nuriye ve Semih’e uygulanan zulümdür.
Dünyanın
hiçbir az yada çok uygar ülkesinde , işlerinden neden
çıkarıldıklarının inandırıcı, hukuksal, yasal açıklaması
bulunmayan iki insan, artık ölüm sınırına ulaşmış bir açlık
grevindeyken tutuklanıp cezaevine konulmaz. Getirilmedikleri
duruşmada da, orada olmadıklarından tahliyeleri konusunda bir
karar verilemeyeceği hükmünde bulunulmaz. Böylesi bir vicdan
çürümesi ,
bildiğimiz
örnekleriyle ancak ortaçağlarda, insanlığın daha da ilkel
dönemlerinde görülmüştür. Günümüzde de o çağların
aşılmadığı, ya da bizdeki gibi hortladığı, hortlatıldığı
toplumlarda görülebilir.
Vicdan, hukuk, adalet çürümesi, bütün
çürümelerin nedeni, kaynağıdır.
Ülkemizde adalet çürümüştür. Cüzam,
frengi gibi, durdurulup önlenemezse eğer bütün toplumu kemirip
yok edecek bir bozulma, ölümcül bir çürümedir.
***
Bir toplum, dünyayı kendine düşman edip o
toplumun en az yarsını da yine düşman ilan eden bir yönetimle bu
çürümeyi durduramaz.
Herhangi bir toplum, kendisinden ve çevresinden
yayılan pis kokulara karşı önlem almaya çalışanları bu pis
kokuların kaynağı ve nedeni olarak göstermeye çalışan çarpık
ve hasta akılların oyuncağı olamaz.
Herhangi bir toplumda çürümeyi durdurmanın
ilk adımı böyle bir yönetimden kurtulmaktır.
Ataol
Behramoğlu/Cumartesi/160917
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.