Anayasa değişikliği adı altında Türkiye Cumhuriyetine bir
tuzak kuruldu.
Anayasa tuzağı
diye adlandırılabilecek bu tuzağın çeşitli amaçları ve aktörleri var.
Ülkemizdeki baş
aktörler belli.
Onları çok da önemli olmayan irili ufaklı başkaları
izliyor.
Bu oyunda halk,
oyuyla sonucu belirleyecek bir güç gibi görünse de, rolü aslında sadece
figüranlık.
Çünkü halk oylamasına sunulacak olan metin, sadece bilgi düzeyi ortalamasının altındaki
kitlelerin değil, ortalama ve ortalama üstü insanlarımızın da anlamakta güçlük
çekeceği bir karışıklıkta.
Oysa anayasaların,
neredeyse herkesin anlayabileceği bir sadelikte olması gerekmez mi?
Belli ki bu metnin hazırlayıcıları, böyle bir
saydamlıktan özellikle uzak durmuşlar.
***
Dışarıdaki aktör
ya da aktörlere gelmeden önce içeridekilerin konumlarını irdelemeye çalışalım.
Burada kilit
isim olarak MHP Genel Başkanı görünüyor.
3 Kasım 2002’deki
erken seçim öncesinde iktidarda
Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisi vardı.
Erken seçim
kararının alınmasında koalisyonun ikinci büyük ortağı MHP’nin o sırada da genel
başkanı Bahçeli’nin kararı ve tutumunun başlıca etken olduğu biliniyor.
Yüzde onluk seçim barajına ve seçim öncesi anketlerin bu
seçim sistemiyle AKP’nin büyük sayıda milletvekiliyle iktidar partisi
olabileceğini gösteren sonuçlarına karşın, Bahçeli bu kararı neden aldı ve
kararında neden diretti?
(Aynı soru kuşkusuz, koalisyon ortağı öteki iki partinin
liderleri için de sorulabilir.)
Nitekim sonuçta koalisyon ortağı üç parti de baraj
altında ve parlamento dışında kalırken ve ülke genelindeki oyların yüzde kırk beşi, yani neredeyse yarısı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde karşılığını
bulamazken , geçerli oyların yüzde 34,29’unu alan AKP, aldığı oy sayısıyla orantısız bir
sıçramayla, 363 milletvekiliyle iktidar partisi oldu.
Böylece, o sıradaki ABD Başkanı, Irak celladı Bush’un, daha
milletvekili değilken Beyaz Sarayda kabul ettiği Erdoğan’a tek adam olma yolu
açılmış oldu…
***
Günümüze
gelelim…
Başkanlık
konusu neredeye tavsamışken ve tartışıldığı
sırada bu sisteme şiddetle karşı çıkarken, konuyu beklenmedik bir anda ve bu kez şiddetle taraftarı olarak gündeme getiren yine MHP Genel Başkanıdır.
Bu dönüşün
mantığa uygun bir açıklaması var
mı? Yok.
Sadece bazı
verileri üst üste koyarak bir sonuca ulaşmaya çalışabiliriz.
2002 seçiminde
dışarıdaki ve geneldeki baş aktör, besbelli ki Türkiye’yi Irak savaşına sokmak
isteyen Bush’tu.
Tayyip Erdoğan’ı
müttefik olarak görmüş ve seçmişti.
(Fakat TBMM’de tezkerenin reddedilmesi Bush’un
hevesini kursağında bıraktı. Onun ve Erdoğan’ın bu beklenmedik
red kararına nasıl dinmeyen bir
öfke duydukları çok iyi biliniyor.)
Şimdi zihnimi
kurcalayan soruya geliyorum:
Bu gün dayatılan
başkanlık sistemi de acaba ABD’nin(kapitalist-emperyalizmin) yeni başkanı
Trump’ın isteği midir?
Bush’un tam olarak
başaramadığını, işin içine bu kez İran’ı da katarak Trump mı genişletip
gerçekleştirmek istiyor?
Trump yönetimi,Türkiye’de parlamento, yargı ve ordu
“pranga”larından tam olarak kurtulacak bir “başkan”la bu amaca çok daha kolay ulaşılabileceğini gördüğü için mi, başkanlık sistemi bir kez
daha ısıtılıp gündeme getirilmiştir?
***
Ülkemize
kurulduğuna inandığım hain tuzağın bir yanı da Kürt sorunudur.
Demokratik ilkeler
çerçevesinde, parlamenter sistemde
çözümlenmesi gereken sorun, tek adam yönetiminde oldu bittiye
getirilerek, ülke iç savaşa sürüklenme tehdidi
altında bölünüp parçalanarak, yani aynı emperyalizmin(dış aktörün)
isteği doğrultusunda mı çözüme ulaştırılmış sayılacak…
***
Sonuçta ülkemiz
çok, ama çok ağır bir tehdit, ölümcül bir tuzak karşısındadır.
Bizler ise, hiçbir parti ve görüş ayrılığı ayrımı
gözetmeksizin ülkemizi kararlılıkla
savunmak, ya da Cumhuriyetimizin yok oluşuna göz yummak ikilemiyle karşı
karşıyayız.
18.02.17 /Cumartesi Yazıları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.