Sokak hem
edebiyat hem siyaset bakımından
bazen kitaptan daha öğretici olabilir.
Söylendikleri
an uçup gitseler de sokak konuşmaları yaşanmakta olan zamanın ruhunu, enerjisini
yansıtırlar.
Günlük yaşamın nabzı orada, o konuşmalarda
atar.
Bunlardan birini,birkaç
gün önce duyduğumda ilgimi çeken kısacık
bir karşılıklı konuşmayı azıcık
irdelemek istiyorum…
***
Ekmek aldığım fırından ayrılmaktayken,
içeriden, unutmamak için zihnimde tekrarladığım, daha sonra not ettiğim bir konuşmanın
ilk cümlesi geldi:
-Sarayın damadı dün çıktı….
Bunu hemen ardından ikinci cümle izledi:
-Müjdelerle çıktı…
Ekmeği alıp parasını ödemekteyken, arkadaki tezgâhta,, alaca karanlıkta hamur yoğurmakta olan yaşlıca bir fırın işçisi
ile yoğrulmuş hamuru ocağa süren gençten
bir başka işçi gözüme çarpmıştı.
Yukarıdaki sözler dişleri eksik bir ağızdan çıktığı için, belli ki
yaşlıca olan tarafından söylenmişti.
Aynı
sesin sahibi, kendi kendine, ya da ortaya konuşuyormuşçasına , sözlerini
sürdürdü:
-Elektriğe zam yok dedi…Gaza zam yok dedi…
Daha
genç bir sesten iki sözcüklük soru geldi:
-Kim çıktı?
Konuşmayı başlatanın yanıtı da iki sözcükten ibaretti:
-İmparatorun damadı…
***
Uzun uzun
anlattığım, aslında göz açıp kapayasıya gerçekleşen bu kısacık
karşılıklı konuşmada; daha
doğrusu tonlamalardan anladığımca bu iki
kişinin belki birbirlerine de bakmaksızın kendi kendilerine yaptıkları bu konuşmada beni etkileyen şey neydi?
Düşündüm
ve şu sonuçlara vardım:
Özellikle
söyleyişin biçimi, cümle yapısı…
Apansız
söyleniveren ilk cümle, sonunu merak ettiren bir yüklemle noktalanmıştı:
Çıktı.…
Nereye,
nasıl, neden?
Soruların yanıtı sonraya bırakılmış, ikinci cümle sanki merakı arttırmak
için verilen kısacık bir es’in ardından gelmişti…
Fakat onunla da yanıt verilmiş olmuyor, “müjdeler” sözcüğüyle merak
daha da arttırılıyordu…
Açıklama cümlesi gecikmeksizin
geldi… “Damat” elektriğe, gaza zam yapılmayacağı “müjdeleri”ni vermişti…
***
Usta bir
yazarın elinden çıkmışçasına kurgulanan bu diyalogun içeriğini ise şöyle
yorumladım:
Maksim Gorki’nin “Yaşanmış Hikâyeler”indeki devrim öncesi Rusya’sının
atmosferini anımsatan bir ortamda, alışverişin
yapıldığı dar bir pencerenin arkasındaki tezgâhta çalışmakta olan görmüş
geçirmiş fırın işçisi , filozofça bir
ironiyle,“saray”la,”damat”la, “imparator”la dalgasını geçiyor, sözlerinin hem
söyleniş biçimi, hem seçtiği sözcüklerle, “müjdeler”inizi alıp başınıza çalın
demeye getiriyordu…
Henüz böyle bir kıvama ulaşamamış daha genç işçi ise kendini çalışmaya
kaptırmış, mekanikleşen hareketleri
arasından kulağına çarpan sözcükleri kendisi de mekanikleşmiş olduğu için tam
olarak izleyemiyor, anlayamıyordu…
***
Sonuç olarak
söylemek istediğim, hem siyasetçinin, hem edebiyatçının, hem de en kısa yoldan karamsarlığa pek yatkın aydınımızın, tabii
istiyorlarsa eğer, sokağı görüp
işitebildikleri ölçüde , kısır döngüden, dar düşünce ve duygu kalıplarından
daha kolay kurtulabilecekleridir…
Ataol
Behramoğlu/Pazartesi Notları/031016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.