İlk kez ayak bastığım 1971’den bu yana kim bilir kaçıncı Moskova
yazım olacak bu…
Gözüme ilk çarpan genç nüfustaki
büyük patlama oldu.
Yirmi yaş altı erkekli kızlı bir
gençlik seli metroda ve caddelerde sözcüğün gerçek anlamıyla akıyor…
Moskova’nın Prens Yuri Dolgoruki
tarafından 1147’de kuruluşunun bayramı yaşanmakta şu günlerde.
Kalabalığın büyük çoğunlukla genç
olmasının bir nedeni, orta yaş ve üstündekilerin bayram tatilinden yararlanarak trafik belasından uzakta kafa
dinlemeleri olabilir.
Moskova’ya bu kez gelişimin nedeni ise, birkaç yıl önce kurulan Çeviri
Enstitüsünün uluslar arası toplantısına katılmam için yapılan davetti.
İki yılda bir yapılan toplantılara bu yıl katılan çevirmen, yayıncı, akademisyen sayısı üç yüz…
Rusya, edebiyatını, kültürünü, sanki zaten tanınmıyormuş gibi, sınırları
ötesinde daha çok tanıtmak için büyük çaba harcıyor…
Uçak biletlerini de alarak bunca insanı ağırlamak kolay iş değil.
Sovyet döneminde Yazarlar Birliğinin yaptığını şimdi Çeviri Enstitüsü gibi
kuruluşlar yapıyor.
Yöneticileri, arı gibi çalışan, çoğunluğu kız, şaşılacak kadar genç
insanlar.
Bir ülkenin gençlerine duyduğu güven,onlara girişim ve yöneticilik
olanakları sağlaması, o ülkenin geleceği bakımından sanırım yapılması gereken
en önemli şeydir.
İki gün süresince, Başka Ülke Edebiyatları Kitaplığının farklı salonlarında
yazınsal çeviri sorunları konusunda çok sayıda bildiri sunuldu.
Ben “Şiirin Çevrilebilirliği ve Çevrilemezliği” başlıklı bir konuşma yaptım…
Konuşma metinleri, bildiriler,daha sonra kitap olarak yayınlanıyor.
Bu toplantıda benim dışımda bizden Okan Üniversitesi öğretim üyesi ve
çevirmen Hülya Arslan, yine şiir çevirisi konusunda güzel bir konuşma
yapan Uğur Büke, İstanbul
Üniversitesinden öğrencim ve son yıllardaki başarılı çevirileriyle gerçek bir
övgüyü hak eden Sabri Gürses ve yine çevirmen arkadaşımız Mehmet Yılmaz’la
birlikte beş kişiydik.
Bu gibi uluslar arası toplantılarda başka ülkelerden gelen meslektaşlarla
ilişkiler, görüşmeler, kendi ülkemizin tanıtımı, dünyaya açılması bakımından da
büyük önem taşıyor.
***
Moskova kuruluş yıldönümünü
kutluyor. Otele giderken sohbet ettiğimiz sürücü arkadaş sizde de böyle
kutlamalar var mı diye sorduğunda biraz şaşırdım doğrusu. Sonra, bizde kuruluş kutlamaları değil kurtuluş ya da
fetih kutlamaları yapıldığını
söyledim…Slav tarihi de oldukça karışık olmakla birlikte Ruslar denebilir ki
“kal-û bela”dan beri bu topraklarda yaşıyorlar… Biz Türkler Anadolu’ya
geldiğimizde ise bu topraklarda zaten gelmiş geçmiş ve yaşamakta olan sayısız
uygarlık vardı… Üzerinde düşünülmesi
gereken ilginç bir konu. ..Kurtuluş ve fetih kutlamalarının yanı sıra, daha
barışçıl kuruluş şölenlerimiz de olmalı…
***
Sovyet döneminde geldiğimizde
bizi eski moda Ladalarla Yazarlar Birliği sorumluları karşılardı… Sonrasında ve
şimdi ise Rus-Türk İşadamları (RTÜK) derneğinin dost yöneticilerinin oldukça
lüks araçlarıyla karşılandığımız oluyor… Dernek önümüzdeki yıl yirminci kuruluş
yılını kutlayacak. Türkiye-Rusya ilişkileri saçma ve trajik bir nedenle
bozulunca ben doğrusu çok kaygılanmamıştım. Çünkü bu ülkede başarılı iş
adamlarımızın, binlerce insanımızın yarattığı geriye dönülmesi olanaksız bir
dostluk ve karşılıklı anlayış temelinin sağlamca oluşmuş olduğunu biliyorum. Gelişimin ertesi günü RTİB salonunda
yaptığımız söyleşinin konusu da esas olarak buydu. Aydınlık kafalı
insanlarımızla ülkemizin, Rusya’nın ve Türkiye-Rusya ilişkilerinin bir
değerlendirmesi yaptık… Bana bu fırsatı sağlayan RTİB’in değerli başkanlarından
Ali Galip dostuma, bugünkü başkan Naki Karaaslan ve başkan yardımcısı
Sabahattin Yavuz kardeşlerime teşekkür borçluyum.
***
Türkiye-Rusya ilişkileri gelişerek sürmelidir ve öyle de olacaktır… Fakat
Batı dünyasıyla ilişkilerimizi de koruyup geliştirerek … Hem Rusya hem Türkiye’de demokrasinin gelişimi
ve geleceği bakımından bunun yaşamsal
önem taşıdığı kuşkusuzdur…
Ataol
Behramoğlu/120916/Pazartesi Notları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.