Balyoz sürecinin bana kazandırdığı
dostlarımın başında,bu hain tertibin mağdurlarından amiral Turgay Erdağ gelir.
Mağdur sözünün burada yetersiz kaldığının
farkındayım.
Çünkü dostum Erdağ’ın uğradığı zararlar,
kendisine ve ailesine yaşatılan sıkıntılar, onunla aynı sahte davada
yargılanarak yıllarını cezaevinde geçiren, mesleklerinden olan pek çok
meslektaşı ve arkadaşı gibi,
mağduriyetin çok ötesindedir.
Kurban demek de istemem.Çünkü Turgay
Erdağ, yine aynı sahte davada yargılanan meslektaş ve arkadaşları gibi, alçakça
iftira ve suçlamalar karşısında gerilemeden,bir milim eğilip bükülmeden, insan
ve aydın olma duruşundan ödün vermeden, karanlık günleri aşmayı başardı.
Daha da öte, o karanlık günlerde sıcağı
sıcağına aldığı notlarını kitaba dönüştürerek en zor koşullarda da nasıl insan
kalınabileceğinin seçkin bir örneğini sundu.
***
Girişte okuduğumuz tek sayfalık
biyografik dökümün Balyoz tertibine ilişkin satırları, bu sahte davanın nasıl
zaman içinde inişli çıkışlı kurgulandığını, vicdan ve hukuk dışı iç yüzünü de
yeterince açıklıkla gösteriyor.
2008 yılında tuğamiral olan Turgay
Erdağ 2010 yılında “aklından bile geçirmediği bir darbeye karıştığı iddia
edilerek Beşiktaş Adliyesinde” tutuklanıyor…
Tutukluluk 17 gün sona eriyor….
Cadı kazanı da böylece kaynamaya
başlıyor…
Bir amirali 17 gün sonra salıverilmek
üzere tutuklamak böylesine kolay bir şey mi_
Derken aynı yıl hakkında yakalama kararı
çıkarılıyor… Çok geçmeden bu karar da iptal ediliyor…
Fakat aynı yılın Aralık ayında Balyoz
davasında sanık olarak yargılanmaya başlıyor ve 11 Şubat 2011’de yeniden
tutuklanıyor…
Tutuklama, serbest bırakılma; yakalama
kararı, karın iptali, tekrar tutuklama… Nedir bu?
Yaşamı altüst eden
bir kâbus mu? Bir kedi fare oyunu mu?
Oyunu kurgulayanlar her kimse, kendi
içlerinde de bir tutarsızlık, çelişki
gelgiti içinde oldukları görülüyor…
Sonrası…Hasdal ve Hadımköy Askeri
Cezaevleri… Ve ağustos 2012’de Yüksek Askeri Şura kararları ile Silahlı Kuvvetlerden “tasfiye”
edilerek Silivri Cezaevine naklediliş…
Tam bu noktada, eski deyimiyle
söylersem, kalem bir an kâğıt üzerinde
titriyor ve duraksıyor…
Bu nasıl bir Yüksek Askeri Şura’dır ki,
1974 yılında,14 yaşında, Deniz lisesi sınavını kazanarak Heybeliada’da okumaya
başlayan, 21 yaşında Deniz Harp Okulu’ndan teğmen olarak mezun olan, meslek
yaşamını başarıyla sürdürerek yine genç bir yaşta amiralliğe terfi eden bir
meslektaşlarınıı, bir anda meslekten “tasfiye” edebiliyor…
Hem de hakkında o sırada henüz verilmiş ya
da kesinleşmiş bir yargı kararı da yokken…
Balyoz tertibinin ordu üzerinde bıraktığı
bir kara leke varsa, o da bu sahte
davanın sahte suçlamaları değil, ordunun kendini savunmadaki acizliğidir.
Nitekim Erdağ’ın kitabında da zaman zaman
bu konuda sitemlerle karşılaşıyoruz…
***
Yaklaşık 600 sayfalık bir yapıtı bir köşe
yazısında özetleyemeyiz…
Baştan sona dikkatle, sevgiyle, saygıyla
okunması gereken bir kitap bu…
Arka sayfalardaki isimler dizinine göz
attığınızda, ön sıralarda Cumhuriyet yazarlarının açık farkla yer aldığını
görüyorsunuz…
Bu da gerek Balyoz gerek Ergenekon
süreçlerinde Cumhuriyetin ve yazarlarının gerçeklikten yana dayanışma bilincini
nasıl yükseklerde tuttuğunun bir başka göstergesi…
Turgay Erdağ’ın “Bir Amiralin Hapishane Günlükleri”adıyla bu yılın ilk günlerinde
yayınlanan kitabı Balyoz tertibinin iç yüzünü bir kez daha gözler önüne seren
bir belgesel olmasının yanı sıra; bir yurtseverin, bir eş ve baba olarak bir
“roman kahramanı”nın o süreçlerdeki iç yaşantılarını okuduğumuz; sıkıntılarını,
umutlarını, beklentilerini, düş kırıklıklarını paylaştığımız yazınsal bir yapıt
olarak da bir başucu kitabı olma özelliklerini taşıyor…
___________________________________________________________________________
(*) Sevgili okurlarıma: Uzun süren ve henüz
tümüyle de geçmemiş “zatürree” benzeri ağır bir grip sonrasında “Cumartesi
Yazıları”yla yeniden buluşmanın sevinciyle… A.B.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.