Bu
hafta sizinle Nihat Behram’ın, beni her okuyuşumda ürperten
“Mavi Yengeç Ağıdı” adlı şiirini paylaşacağım…
Bilen
mutlaka vardır mavi yengecin nasıl bir şey olduğunu, bildiğimiz
yengeçten farkını. Nihat Behram’ın şiirini okuma öncesinde
ben bilmiyordum doğrusu.
Konumuz
şiir. Şiirde anlatılan mavi yengeç… Ama ben yine de internete
bir göz atayım dedim. Adını kıskaçlarındaki mavi renkten
alıyormuş. Asıl vatanı Kuzey Amerika’ymış. Bizde Dalyan
Kanalı ile denizle akarsuyun birleştiği lagünlerde yaşıyormuş.
Devam
edelim…”Göğüs ve kıskaç etleri yenilen” mavi yengeçler,
“protein zenginliği ve tadındaki büyük lezzet” nedeniyle bir
çok ülkede tüketilmekte, gelişmiş ülkelerde lüks bir ürün
olarak oldukça yüksek fiyatlarla satılmakta, bizde de tatilci ve
turistlerin vazgeçemediği bir ürün olarak ayda otuz binin
üzerinde tüketilmekteymiş…
Bütün
bunları niye anlatıyorsun; bunlarla şiirin, ağıtın ne ilgisi
var diye düşünebilirsiniz… Yanıtım ağıtın diliyle, Nihat
Behram’ın sözcükleriyle olacak…
***
Ağıt
öncesi açıklamadan bir bölümle başlayayım:
“Mavi
yengeçle göz göze geldiğim an, ateş olup içime düşmüştü.
Sağ elinde bıçak olan adamın sol elindeydi mavi yengeç.
Çakmaktaşına benziyordu bakışı. Kurtulmak, kendi dünyasına
kaçmak istiyordu.Sudaki dalgalar, sazlıklardaki kuşlar o nu
çağırıyordu.Çağırmaktan başka hiçbir şey gelmiyordu
ellerinden. Çırpınarak öyle mahzun bakıyordu. Suçunu da
bilmiyordu.Ay ışığında yakut gibi ışıldayan kabuğu muydu
suçu, cam mavi rengi miydi, bir gramcık eti miydi?”
Bu
paragrafı izleyen anlatımlar, bence, en eski, en büyük
destanların diliyle; Nihat Behram’ı oğlu gibi sevdiğini
bildiğim sevgili Yaşar Kemal’in betimleriyle yarışabilecek
değerdedir:
“Bıçak
bağrına saplanıp ateşe basıldığında öyle tiz bir çığlık
attı ki, paradan başka şey düşünmeyen insan kulağı sağırdı
ona. Ama su duydu o çığlığı, gördüm, titreşti. Rüzgâr
duydu o çığlığı, için için inleme sesiyle esti, Ölümün
karşısında çaresiz kalan ne varsa utandı çaresizliğinden. Arı
balından utandı, kelebek kanadından, ateşböceği ışıltısından
utandı, iskete sevdalı şarkısından…”
***
Her
bir sözcüğü şiir olan açıklama sözlerinin ardından gelen
birkaç sayfalık ağıtın kendisi ise, her okuyuşumda beni Pablo
Neruda doruklarına taşıyor:
“Kayalığın
sevdalısı,/sazlıkların, yosunun belalısı,/haşarı mı
haşarı/kum tanesi iki çakmaktaşı göz edinmiş mavi yengeç/ne
kadar güzeldin oysa,/çevik mi çevik, bıçkın mı bıçkın;/sol
yanından dalgaların çığıltısı, sağ yanından/kuşların
cıvıltısı çağırdığı için mi/bir o yana bir bu yana yanın
yanın gezerdin;/sedefi mermere kavuşturan şarkınla/seher
serinliğinde sulardan gelişini/uzaktan işitirdi sakalar/kıskanıp
ısırgan otu/ çakıldan sorardı gizini mercan
kıskaçlarının;/çıkıp geceleri kumsala, seyrine dalsan
yıldızların/ay ışığı ıslak parıltısına yaslanıp/okşardı
usul usul yakut tacını;/kamışların fosforlu kelebeği,/bir yudum
etini mi zümrüt içinde/denizlerin gökyüzünden senin için
süzdüğü/menevişli cam mavisi rengini mi, kıymak için
canına/suçun saydılar;/ah, kırılan sedef kabuğu suyun,/gönül
gürültüsü dağlanmış kıskaçlı boncuk,/bağrında kendinden
daha ağır bir bıçak yarasıyla/ateşe yatırdıklarında, kim
bilir nasıl arandı bakışların/yosunlara gizlediğin kehribar
kovuğunu/””
***
İyisi
mi ben araya girmeksizin, yine ağıt öncesindeki açıklama
yazısından bir paragrafla bitireyim bu yazıyı:
“ Her
derde deva dendi mi, canlıyken maymunun kafatasını parçalayıp
beynini yiyen,kaplanın hayalarını kesip çiğ çiğ midesine
indiren insan kılıklı canavarların dünyasında, rüzgârın
gözyaşı kimin umurunda?Mavi yengeci ateşe basan adam sanki
kalbimi ateşe basmıştı. Nesli tükendi tükenecek o güzelim
canlıya saldıracaklarını o gün sezmiştim.Zaman içinde “Mavi
Yengeç Restaurant’lar türedi. TV’ye sıçradı
azgınlıkları:internete vahşet videoları yüklediler.”
***
Nihat
Behram’ın ağıdı her an biraz daha yitirdiğimiz insanlığımız
için de yakılmış bir ağıt değil mi?
Ataol
Behramoğlu/Cumartesi/120817
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.