Daha öncelerde de bu başlık altında
yazmış olmalıyım. Zaten yazmadıysam şaşarım. Ahmet Muhip Dranas’ın iki kıtalık
bir şiirinin adıdır. İlk dört dize şöyledir:
Bir
bıçak saplı durur göğsünde,/Hangi su tasına uzansan boş;
Hangi pencereye koşarsan koş/Aynı siyah güneş
gökyüzünde.
Dranas bu dizeleri hangi duyguların etkisi altında yazmış olursa
olsun;ş günümüze, ülkemize, çok yerinde
bir deyişle cuk oturuyor…
Sıkıntılar tek tek değil, kafileler
halinde gezermiş. Çin bilgeliğinin ürünü bu deyim de ,Çin’i
bilmem ama bir sıkıntı bitmeden üstümüze ötekinin çullandığı ülkemize pek
yakışıyor.
Çarşamba akşamı Aslı Erdoğan’la Necmiye
Alpay’ın serbest bırakıldıkları haberiyle içimizde dolaşan sevinç ışıltısı, çok
geçmeden, tutukluluğun bir başka dava nedeniyle sürmekte olduğu haberiyle
yerini yine karanlığa bıraktı.
Suçlamaların, yargılamanın mantık
dışılığı, hukukla bağdaşmazlığı zaten gözler önünde.
Birkaç gündür canımızı sıkan, içimizi
daraltan bir başka haber, Grup Yorumun çalışmalarını yürüttüğü İdil Kültür Merkezine polisin bir düşman birliğini
basarcasına yaptığı baskın; döverek, yaralayarak,kemik kırarak gerçekleştirdiği
göz altılar.
Bunu göz altına alınanlardan sekizinin tutuklandığı
haberi izledi.
Bir müzik grubuna bu bitip tükenmek
bilmez hınç nedendir?
Daha insanca, daha doğru dürüst davranılamaz mı?
Baskın sırasında kendilerine silahla
mı karşılık verildi?
Polis adı verilen, şimdilerde saçı
sakalı birbirine karışmış sivil giyimli kişilerin de aralarında çokça bulunduğu
bu topluluklar, devletin güvenlik güçleri mi; milis birlikleri, cezalandırma timleri
midir?
Menderesin atlı polisleri, bizim “fruko” diye alaya aldığımız
60’lı 70’li yılların “toplum polisleri”, bu şimdikilerin yanında zemzemle
yıkanmış kalıyor…
***
Cumhuriyet’ten arkadaşlarımız neden
içerdeler?
Yargıç karşısına çıkarılmaları neden
geciktiriliyor?
Karanlık kapılar arkasında Cumhuriyet’in
başına hangi çorapların örülmesi
hesapları yapılıyor?
2023 deyip durdukları şey nedir?
O tarih ülkemizin aydınlanma tarihinin,
çağdaşlığın yüzüncü yılıdır.
Gerisinde de, bugünkü iktidarın başındakiler
tarafından adları bir kez bile ağza alınmamış olsa da, Namık Kemal’lerin,
Mithat Paşaların, Fikret’lerin, Gökalp’lerin adlarıyla özdeşleşen, şanlı bir
yüzyıl daha vardır.
Bugün iktidar gücünü elinde tutanlar bu
tarihi tersinden okuyor olsalar da onu tersine çevirmeye güçleri yetmez, yetmeyecek.
Çünkü 1923, onların kavrayabileceklerinin
çok üstünde, olsa olsa karşısında olabilecekleri bir devrimin adıdır. Zaten
2023’le üstü kapalı söylemeye çalıştıkları de bir karşı devrim rövanşının
tamamlanmasından başka bir şey olmasa gerek…
***
Tecavüzü kollayıp tecavüze uğrayan çocuğu
cezalandırma yasa tasarısı iktidar
partisinin etkinlikler kitabında kirli bir utanç sayfası olarak şimdilik
kapanmış görünüyor.
Şehit haberlerine ise, hep söylediğimiz ve
uyardığımız gibi, içerdeki haberlerle yarışırcasına sınır dışı şehit haberleri
ekleniyor ve çok belli ki çoğalarak eklenecek…
Tayyip Erdoğan Avrupa Parlamentosunun
Türkiye konusundaki oylaması için “Bizim için kıymeti yok” diyor…
Sınırlar kalksa nüfusunun yarısından
çoğunun iş ve güvenilir bir yaşam bulmak umuduyla söz konusu ülkelere akın
edeceği kuşkusuz bir ülkenin başındaki kişinin, ülkesi adına böylesine ölçü dışı konuşması ne büyük bir pervasızlık.
Ülkemiz böylece Dranas’ın şiirinin ikici
kıtasını anımsatırcasına bitmez tükenmez bir can sıkıntısına giderek daha hızla
sürükleniyor:
Aynı siyah güneş, aynı siyah,/Aynı susayış, aynı koşuş, aynı,
Of…hep aynı şey, aynı şey, aynı şey,/Aynı, aynı, aynı, aynı, aynı…
Okurlarım ve beni iyi tanıyan arkadaşlarım, yazımı
bu karamsar dizelerle sonlandırmayacağımı tahmin edeceklerdir…
Evet, karamsar değilim… Kötülükler,
olumsuzluklar nasıl kafileler haklinde geziyorlarsa, iyilikler de bir araya
gelerek ortak bir güç oluşturabildikleri ölçüde, aşılamayacak kötülük,
geriletilemeyecek karanlık yoktur….
Ataol Behramoğlu/Cumartesi 26.11.16
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.