Yirmili
yaşlarımdan bu günlere, kimi kez uzun aralıklarla da olsa, yarım
yüzyıl aşkın süredir günlük tutarım…
Bunu
neden yaptım, neden yapıyorum?
Tek
ya da başlıca neden yaşamımı elimin altında tutmak duygusu
olmalı…
Benden
habersiz alıp başını gitmesin…
Bir
de zaman zaman bu defterlerden birini elime alıp okuduğumda
yaşamış olduklarımı bir kez daha yaşamak duygusu…
Yanı
sıra da kendimi, yaptıklarımı denetlemek.. Planladıklarımı,
yapmayı tasarladıklarımı ne ölçüde gerçekleştirebildiğimi
kontrol etmek.
Buraya kadar bir sorun yok
Fakat kişisel yaşantılarımdan ve
duygularımdan belki daha da çok;okuduğum, o sırada okumakta
olduğum kitapların, izlediğim film ya da oyunların
düşündürdükleri de çokça yer alıyor bu günlüklerde.
Bu
doğru bir şey mi?
.
Sıcağı sıcağına yayınlanabilecek,okurla
paylaşılabilecek şeyleri, ne zaman,ne olacağı belli olmayan
defterlere niçin yazıp duruyorum?
Pazar
ekinde yukarıdaki başlık altında sürdüreceğim bu yazılar
biraz da bu sorunun yanıtı ve karşılığı olacak…
Bu
satırların yazarı, çoğunuzun bildiği gibi, öncelikle bir
şairdir.
Sanatçıdır.
Ya
da , hadi, öyle olmak ve öyle kalmak isteyen biridir diyelim…
Şu
son 15-20 yıl, ülkede egemen olan siyasal ortamın çapsızlığı,
yüzeyselliği, darlığı, çirkinliği, içimizdeki şiir
duygusunu, sanatsal duyarlılığı kuruttu neredeyse…
Ben,
hiç değilse bu sütundaki yazılarımla, içimi şiire, sanata
açmak istiyorum…
Günlüklerimin sayfalarını çok
özel, kişisel notlara bırakarak; okuduklarıma, izlediklerime
ilişkin düşüncelerimi sizlerle bu sütunda paylaşmak istiyorum.
Bu
yazılar da günlük ya da genel siyasal konuların büsbütün
dışında olmayacaklar kuşkusuz…
Fakat
elden geldiğince şiirin, sanatın sağaltıcı dünyasının dışına
taşmamaya çalışarak…
***
Geçen
yaz “Kültür ve Siyaset” başlıklı sütunumdaki yazılarımdan
birinde Sait Faik’ten söz ettiğimi anımsayan okurlarım
olacaktır.
Bir
öykü yazarının bu öykülerde aynı zamanda hem ressam hem şair
olması ender görülen bir şey olsa gerek.
Sait
Faik tam olarak böyle bir yazarımız.
Onu
Çehov’dan, Gorki’den, Maupassant’dan, dünyaca ünlü herhangi
bir öykü yazarından bir milim aşağı göremem.
Aynı
zamanda şair ve ressam özelliklerine sahip olarak üstün yanları
olduğunu düşünürüm…
Örnek
istiyorsanız açıp herhangi bir öyküsünü okuyun, ya da yeniden
okuyun…
Ya
da en iyisi, son öykülerinden biri, ya da son-belki bir veda öyküsü
olan
“Kalinikhtada”dan
başlayın…
Şiirden,
, dilden, duygudan,sevgiden, insan olmak dediğimiz şeyden, yaşamın
sadeliğinden, zenginliğinden ne kadar uzaklara düşmüş
olduğumuzu görüp duyumsamak için…
“Yıldızlar
asılmıştı ağaçlara.Soğuk kandil kandil sarkıyordu.Yanımda
dostların en koyusu, kadehimde sakız rakısı, dilim kekeme, elimde
olta, oltanın elinde zoka,sandalda Barba Stanco,küpeştede
Sivriada(….)Kahve fincanına düşen sabah yıldızını
kokluyorum.Mis gibi kahve kokuyor.Kocayemişlerin çiçeği pare
pare.Karabaşları avuçlarımda eziyorum. Dilime arılar konuyor,
gözümü arılar sokuyor, güneş batıyor, bir karabatak düşünüyor.
Martının biri boşlukta bir direğe konuyor”
19.01.2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.