27 Ekim 2012 Cumartesi

CUMHURİYET YASAKLANAMAZ




Ankara valiliğinin aldığı yasaklama kararı yazımın yayınlanacağı Cumartesi günü hâlâ yürürlükte olacak mıdır, bilemem.   
     Dilerim ve umuyorum ki  bu çağdışı ve mantık dışı karar kaldırılmış olsun.
     Çağdışı ve mantık dışı dedim ama, belki de pek öyle değil.
     Çünkü böyle bir karar  ancak çağdaşlığı benimsemeyen bir başka mantığın ürünü olabilir.
      Daha açık bir deyişle, cumhuriyet ve çağdaşlık düşmanlığının, karanlıkçılığın; baskıcı, despotik anlayışın…
      Kuşkusuz bütün bunların de kendi içinde bir mantığı, bir tutarlılığı vardır…
      Fakat nereye kadar?
      Bir ülke daha ne kadar onu o ülke yapan köklerinden koparılıp bir yok oluş uçurumuna doğru sürüklenebilir?..

             ***                                        ***                    ***

      Adalet ve Kalkınma Partisi adını taşıyan siyasal iktidar, çok açık olarak Cumhuriyet değerlerinin düşmanıdır.
      Cumhuriyet değerlerinin özeti çağdaşlık ve aydınlanmadır.
      Çağdaşlık, insanlığın daha çok demokrasi ve daha çok özgürlükle  geleceğe doğru yürüyüşü demektir.
      Aydınlanma, bu insanın kendi yazgısını kendi eline almış olmasıdır.
       1923’te ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti, bu yönde bu ülkenin nice özveriyle, nice acılardan geçerek, nice savaşımlar sonunda ulaşmış olduğu bir aşamadır.
       Kuşkusuz daha tam, daha gerçek bir demokrasi ve özgürlük yolunda atılacak adımlar, yaşanması gereken süreçler vardır.
       Fakat bu gün yaşanmakta olan ise, ülkemizin bunun tersi bir yöne doğru sürüklenmekte oluşudur.
     Ulusal bayramların kutlanmasına getirilen kısıtlamaların, yasaklamaların başka hiçbir anlamı olamaz.
      Sonuçtaki amaç, hiç kuşkusuz, Cumhuriyet Türkiye’sinin  bütün sonuçları, hedefleri  ve değerleriyle ortadan kaldırılmasıdır.

         ***                                     ***                       ***

     Ben 29 Ekim Pazartesi günü saat 11.00 Ankara’da 1.Meclis önündeki buluşmada olacağım.
       Bunu böyle, sanki yapılması çok özveri gerektiren bir şeymiş gibi yazmak ne kadar acı.
      Fakat gerçek ne yazık ki budur.
      Bugün ülkemizde  akıl almaz bir süreç yaşanmaktadır.
       Gençlik, halk, emekçiler, bütün yurtseverler, bütün bir halk, bütün bir ulus,
baskıyla, tehditle, şiddetle, ezilerek, korkutularak, yıldırılarak, ülke emperyalizmin uydusu, bölünmüş, parçalanmış bir din toplumu olmaya doğru sürüklenmektedir.
      Cumhuriyetin kuruluşunun 89. yılında, zindanlar Cumhuriyetçi aydınlarla dolup taşıyor.
      29 Ekimde Ankara’da olmak, ya da bulunduğumuz herhangi bir yerde Cumhuriyet kutlamalarına katılmak, herhangi bir bayram kutlamasının çok ötesinde anlam taşımaktadır.
     Korkmayalım!
     Yürekli olalım!
      Cumhuriyet düşmanlığına boyun eğmeyelim!
     Cumhuriyet yasaklanamaz!
      Cumhuriyete konulan yasak sıradan bir yasaklama değil; daha çok demokrasi, daha çok özgürlük, daha çok insan olmak  için geleceğe yürüyüşümüzde; önümüze konulmuş olan gerici bir barikattır.
      Bütün gerici barikatlar gibi, kararlı, onurlu, bilinçli bir yürüyüşün  önünde
dağılıp parçalanmaya mahkûmdur.


Ataol Behramoğlu
Cumartesi Yazıları
271012 

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

13 Ekim 2012 Cumartesi

ATATÜRKÇÜLÜK TÜRK AYDINLANMASIDIR




     Türk sözcüğünden rahatsız olanlar Atatürk adından da tedirginlik duyacaklardır.
      Onları rahatsız kişilikleriyle başbaşa bırakarak konuya girelim.
      Atatürk adı dahice bir buluştur.
      Kurtuluş Savaşımızın  önderi ve Cumhuriyetimizin kurucusuna, gelmiş geçmiş ve gelecek hiç kimseye yakışmadığı ve yakışamayacağı kadar yakışıyor...
      İçerdiği çağrışımlar hem siyasal, hem olabildiğince incelikli ve insancadır.
      Sadece siyasal önderliği değil, bir yakın akrabalığı, aile reisliğini de anıştırıyor.
      Mustafa Kemal hiç kuşkusuz bu ulusun her anlamda atasıdır...
      Fakat yazımın konusu tam olarak bu değil...

               ***                                 ***             ***
        Atatürkçülük ve Kemalizm kavramları arasında bir aynılık ya da farklılık olup olmadığı bir zamandır tartışılıyor.
       Yaygın olan kavram Ataürkçülüktü.
       Kemalizm sanki otuzlarda, kırklarda kalmış bir kavram gibiydi.
       Şimdilerde yeniden gündemdedir.
        Aynı önderin kişiliği ve eylemiyle ilgili bu iki kavram arasında bir farklılık olmaması doğal görünüyor.
        Nitekim Atatürkçü olduğunu düşünen bir kişi Kemalist olduğunu da söyleyebiliyor.
        Bunun gibi, Kemalist olduğunu düşünen kişinin de Atatürkçü olması doğal sayılmalıdır.
         Fakat biraz yakından baktığımızda, bu iki kavram arasında bazı farklılıklar bulunduğunu saptayabiliriz.
         Bu düşüncemi şöyle de dile getirebilirim:
         Bir Kemalistin Atatürkçü olmaması olağan sayılamaz.
         Fakat Ataürkçü olduğunu düşünen kişinin Kemalist olmaması acaba aynı ölçüde  olağan dışı mıdır?

              ***                                ***                             ***
   Şimdi bu iki kavramı ya da olguyu irdelemeye çalışalım.
          Atatürkçülük bana göre, tek bir insanı işaret etse de, o insanın kişiliğinde odaklanmış, o kişilikte yansıyan bir kavramı, bir dünya görüşünü çağrıştırıyor.
          Bu dünya görüşünü ben Türk aydınlanması olarak tanımlıyorum.
          Nitekim imparatorluğun özellikle son yüzyılını kapsayan aydınlanma çabaları ve savaşımları Mustafa Kemal'in kişiliğinde doruk noktasına ulaşmış, önderini bulmuştur.
         Bu anlamda, tartışılabilecek bir yönü yoktur.
         Aydınlanma olgusu tartışılamaz.
         Ancak yadsınır.
        Bu kavramı ve olguyu yadsıyacak ve yadsımakta olanlar ise, bu gün Türkiyede siyasal iktidarı ele geçirmiş olan karanlıkçı çevreler ve kişiler gibi olanlardır...
        Bu gibilerin Atatürkçülüğe düşmanlıkları, öncelikle aydınlanmaya, bu demektir ki insan ve akıl odaklı bir dünya görüşüne düşmanlıklarıdır.
         Özetle, Atatürkçülük bir dünya görüşünün, bir dünya  anlayışının , evrensel bir ideolojinin Türkiye'ye özgü adıdır...
          Kemalizm ise, benim anlayışıma göre, daha çok bir uygulamalar toplamıdır...

                ***                                    ***                            ***
     Bu uygulamaların neler olduğunu burada tek tek sıralamaya gerek görmüyorum.
      Herhangi bi uygulama, kaynağı ne olursa olssun, toplumsal dönemlerle, koşullarla ister istemez sınırlıdır.
       Uygulandığı dönemin izlerini, zorunluluklarını taşır.
       İki örnekle yetineceğim:
       İzmir İktisat Kongresinde alınan kararları bu günün Türkiyesinde aynen uygulamak mümkün müdür?
       Ya da ortaya çıkışından kısa süre sonra reddedilmiş olmakla birlikte  Ataürk'ün de bir dönem yakın durduğu Güneş Dil Teorisi gibi yapay ve zorlama bir Türkçecilik kuramının bu gün herhangi bir geçerliliği olabilir mi?
       Yine özetle, Kemalizm Atatürkçülükten farklı olarak evrensel bir ideoloji değil, kimi yönleriyle herhalde tartışma konusu olabilecek, günümüz koşullarında  yorumlanması ve gerekiyorsa geliştirilmesi   gereken bir uygulamalar toplamıdır.

                      ***                               ***                         ***
        
          Bilimsel sosyalizme inanan bir Türkiye insanıyla yine Türkiyeli bir liberalin
Mustafa Kemal'in kişiliğinde, Atatürkçülükte birleşmemeleri için ben bir neden görmüyorum.
        Dahası, aydınlanma değerlerinin ağır saldırı ve yokolma tehdidi altında  bulunduğu günümüzde, böyle bir birliktelik bana kaçınılmaz görünüyor.
         Buna karşılık, bu iki farklı dünya görüşünün, farklı toplum anlayışının sahipleri ve daha başkaları, Kemalizm diye adlandırılan uygulamaları, her biri kendi açısından, haklı ya da haksız, eleştirebilir, eksik ya da günümüz koşullarıyla bağdaşmaz bulabilir.
          Sonuç olarak, Türkiyeye aydınlanmanın, çağdaşlığın yolunu açan büyük önderin kişiliğinde ve bir bütün olarak eyleminde, gericiliğe, karanlıkçılığa karşı birleşmeliyiz.
         Bu, Atatürkte, Atatürkçülükte birleşmektir.
         Bunun ötesinde, tek tek uygulamalara ve her birinin günümüz koşullarında ayrı ayrı tartışılması  gereken kavramlara indirgenmiş   birleştirme çabaları zorlayıcı ve daraltıcı olabilir.



Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/131012

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

6 Ekim 2012 Cumartesi

ERDOĞAN'LA GÜL ARASINDA SIKIŞMAK




     Demek ki bu ülkenin demokratlarının, laiklerinin, liberallerinin,   aydınlanmacılarının, sosyalistlerinin, komünistlerinin, Atatürkçülerinin, yurtseverlerinin, antiemperyalistlerinin....   çıkarabilecekleri, üzerinde anlaşabilecekleri bir Cumhurbaşkanı adayı yok...
     Demek ki bu ülkede Kurtuluş Savaşı boşuna yapıldı...
     Cumhuriyet devrimleri yalandan ibaretti...
      Daha da öncelerden başlarsak, bütün bir 19. yüzyılı kaplayan demokrasi arayışları, sürgünler, idamlar, tüketilen tonlarca kâğıt, mürekkep, çekilen ve çekilmekte olan sayısız acı ve 20. yüzyılın ikinci yarısında hızlanarak etkileri günümüze ulaşan  işçi, gençlik, aydın  hareketleri, toplumcu savaşımlar, yaşanan ve yaşanmakta olan acılar    boşunaydı, boşunadır...
     Demek ki eninde sonunda, bütün bunların sonrasında, iki tane cumhurbaşkanı adayı çıkarabiliyoruz:
      Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül.
       Şimdi aralarındaki çelişki, anlaşmazlık ne olursa olsun, farklı yumurta ürünü de ç olsalar, aynı anne babanın çocukları, ikiz iki kardeş...
        Üslupları arasındaki farklar ne olursa olsun, yukarıda sıralanan kavramların tam karşısında yer alan çevrelerde yetişmiş; Cumhuriyet devrimlerine, demokrasiye, aydınlanmaya karşıt görüşlerle beslenmiş iki karşı devrim ürünü...
        En temeldeki referansları bilim değil din, bilgi değil inanç, insan değil doğa üstü  kavramlar olan iki Cumhurbaşkanı adayı.
       Daha doğrusu tek aday...
       Sonuçta, en temelde, aynı kişi olduklarına göre...
        Demek ki Türkiye Cumhuriyeti bu kadarmış...
      Hiç birimiz sıyrılmaya çalışmayalım, demek ki bu kadarmışız...
      Gücümüz, çapımız, ufkumuz, birikimlerimiz bu kadarmış...
      Acaba gerçekten öyle mi?

          ***                                      ***                          ***

      Ben çapımızın bu kadar küçük, ufkumuzun bu kadar dar, birikimlerimizin bu kadar sığ ve yetersiz olduğuna inanmıyorum...
       Hiçbir acı boşuna yaşanmadı, hiçbir sıkıntı boşuna çekilmedi, hiçbir emek boşa harcanmadı...
       Türkiye Cumhuriyetinin birikimleri, kazanımları,;böylesine bir çırpıda, böylesine ucuza harcanabilecek, gözden çıkarılabilecek kadar sığ ve değersiz olamaz...
       Öyleyse sorun nerede, neden bu küçültücü, utanılası, aşağılayıcı durumdayız? Bir çözüm, bir kurtuluş yolu bulunamaz mı?
         Erdoğan'la Gül arasında sıkışmaktan, bu boğucu zorunluluktan nasıl kurtulabiliriz?

             ***                                 ***                                  ***

       Öncelikle, içinde bulunduğumuz durumun gerçekten boğucu olduğu kavrayarak, algılayarak...
         Böyle bir utanç verici duruma, Erdoğan’la Gül arasında sıkışmış olmaya kendi içimizde, vicdanımızda karşı çıkarak, bu durumu  kabul etmeyerek; kötünün iyisine, “ehveni şer” gibi görünene de razı olmayarak...
         Ahlâksız bir görsel, işitsel ve yazılı medyanın zehirleyici etkisi altında kalmamayı başararak...
         Bunu öncelikle bizler, yukarıda sıraladığım kavramlardan hangisi olursa olsun herhangi birine daha çok değer veren aydınlar başarmalıyız...
       Ülke elden giderken şu ya da bu kavramı daha çok önemsemek, şu ya da bu örgütlenmenin içinde olmak ya da olmamak çok fazla önem taşımıyor...
      Asıl önemli olan, ortak tehlikeye, ülkeyi yörüngesinden saptırmakta olan büyük tehdide, tehdidin de ötesindeki gerçekliğe karşı birlikteliğin sağlanmasıdır…
     Gezegenimizin yörüngesinden sapmak tehdidiyle karşı karşıya bulunduğunu düşünelim...
     Sistemler, ülkeler, ideolojiler arasındaki ayrımlar, karşıtlıklar bir anda ortadan kalkacak; ahlâksızlar, ahmaklar, vurdumduymazlar ve belki kaderciler dışında akıl ve vicdan sahibi herkes elbirliğiyle bu ölümcül tehlike karşısında yapılabilecek olan şeyin bir ucundan tutmaya çalışacaktır...
      Bu gün ülkemiz tam olarak böyle bir tehlikeyle karşı karşıyadır…
      Yapılması gereken de aynen yukarıdaki gezegen örneğindeki gibidir...
       Mantık, bilinç, sağduyu bunu gerektiriyor..

                   ***                                             ***           ***
       Türkiye'nin  aydınları, yurtseverleri,  devrimcileri, çağdaşlığın ve aydınlanmanın savunucuları, hangi toplumsal sınıftan ve hangi siyasal anlayıştan  olurlarsa olsunlar, tıpkı Kurtuluş Savaşı günlerimizdeki gibi, emperyalizme ve ülkeyi yok oluşa  sürükleyen  gerici saldırıya karşı  ortak bir hedefte buluşabilmelidirler.
       Günümüzün dayattığı sorun, zorunluluk budur...
       Erdoğan ve Gül arasında sıkışmaktan kurtulamazsak hepimize yazıklar olsun ve zaten öyle de olur...


Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/ 061012

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..